18 Ekim 2025 Cumartesi

 Merhume Annemin Cenazesinin Ardından Notlar

İnna lillah ve inna ileyhi râciun. 

3 gün önce annemin dolu olan yatağı şu an boş. Hüzünlüyüm...

Kızım doğduğunda ilk ismini annem takmıştı ,ikinci isminiyse ben takmıştım. Annem,kızıma bazen ismiyle seslenir bazense "yavru kuşum, minnoşum." derdi. Yıllar sonra annem yaşlandı ve  hastalandı. O zaman da ben anneme "yavru kuşum, minnoşum." diye seslendim. Annem, duydukça mutlu oldu. 

 Hastalıktan muzdarip olan bedeninin vefat edince de hırpalanmasını istemediğimiz için onu başka şehirde değil, vefat etmiş olduğu  şehirde defnettik.

Taziyesinde evin tozunu, eksiğini ve bizim kusurlarımı irdeleyecek ve bunu dedikodu malzemesi yapacak hiç kimse yoktu.Acımızda bile huzur vardı hamdolsun.

Annem 3 gün önce yatağındaydı; ama şimdi yok. Bir anda zaman  durdu sanki... Hüzün, bir girdap gibi sarmaladı bizi ve onu sevenleri. Dünyanın ne kadar fani olduğunu mâlayanî  konuşmaların, dedikodunun, kıskançlığın, dünyevi hırsların peşinde koşmanın ne kadar saçma, ne kadar zaman kaybı olduğunu ölüm soğuk yüzüyle bir kez daha bize hatırlattı. Fâni olan dünyaya değil,ebedî olan ahirete daha çok çalışmamız gerektiğine, bütün işlerimizin önüne sağlam akide,ahlak ve ibadetlerimizi koymak gerektiğine bir kez daha kâni olduk.

Annem hayattayken onu en çok üzenlerin, onun vefatından sonra  telefonlara sarılıp özür mahiyetinde konuşmaları da bizi şaşırtmadı değil. Vicdan! Sen ne güzel şeysin. 

Hayat bir imtihan; iyisiyle- kötüsüyle. Dolayısıyla her şeyi Allah'a bırakmak  gerektiğini biliyor, buna inanıyoruz .

Kırgın mıyız bazı şeylere: -Evet kırgınız. Küskün müyüz, hayır! Sonuçta "HERKES KENDİ KALBİNİN EKMEĞİNİ YER."

Annemle babamın benim eğitimimde çok emekleri var. Okuldan önce beni terbiye edenler annem ve babamdır. Bana Kur'an öğreten de onlardır . Ben çocukken daha önce darbe görmüş olan memlekette tecvit ve mahreç bilen çok az insan vardı. Anne ve babam da o nadir insanlardandılar. Yazları arkadaşlarımla Kur'an-ı Kerim derslerimi tekrar etmek için camiye gittiğimde hocalar her zaman benim okuyuşumu beğeniyorlardı ve sana kim öğretti böyle okumayı? Diyorlardı. "Anne ve babam. " dediğimde şaşırırlardı, tebrik ederlerdi.  Ailem Peygamberlerin hayatlarını ve evliyaların güzel sözlerini de sohbet konusu yaparlardı sık sık. Bu da biz çocukların herbirinin nasibine göre tekâmül etmesine çok katkısı olan yöntemlerdi. Kur'an-ı Kerim'e göre olan âdab-ı muaşeret derslerini de gene rol model olan anne ve babamdan almaya çalıştım hamdolsun.

Babam sakin,mûnis bir insandı ama bizim inancımıza ve kültürümüze sadık kalmamız için gerekirse cevvalli bir insana da dönüşüyordu zaman zaman. Bununla ilgili hayatımızdan bir-iki örnek vermek isterim.

Ben 11 yaşındayken yan tarafımızdaki dairede bir komşumuz vardı.Kendisi Hristiyan bir bayandı.İsmi Christina'ydı. Makyaj yapar, süslenirdi.

Birgün bitmek üzere olan kırmızı bir oje şişesini bana hediye etti.Ben de özenip tırnaklarımı boyadım,kokusu beni iğrendirse de kırmızı tırnaklarıma anlamsızca baktım. Çok beğendiğimi söyleyemem ama akşama kadar da ojeler tırnağımda kaldı.Babam işten dönünce tırnaklarımı görüp ojeyi nerden bulduğumu sordu.Durumu anlattığımda sinirlendi.Müslüman hanımlar Hristiyan Christina'yı değil, Fatıma annemizi örnek alıp kına sürmeli. Dedi.Biraz mırın kırın ettiğimi görünce ,cevval baba rolüne büründü.Çabuk şişeyi çöpe at,parmaklarını sil,bir daha böyle şeyler görürsem seni döverim.Dedi.Bendeki özenticilik ve oje sevgisi o gün bitti.Babam ilkokul terkti ama bu eğitim metodu bizim evde çook iş gördü.

 Bir örnek daha:

15 yaşındayım.Kapımızın önünde kız arkadaşlarımla saatlerce top oynuyoruz. Birgün hızımızı alamadık ve akşam vakti arkadaşımın davetiyle ev oturmasına gittim.Arkadaşımın  genç abisi var,işten gelmiş.Salonda tv. izliyor.Kimseye zararı yok; kendi halinde. Buna rağmen eve gittiğimde babam sinirle, hışımla evden çıkıp gitti; dedim ya vakit akşam.Ben irkildim,babamı kızdırdığımı anladım.Annem :"Sen nasıl akşam vakti biz yanında olmadan ,erkek olan bir komşunun evine gidersin.Baban seni dövmek için odun hazırlamıştı.Ben onu durdurup ikna ettim.Bir daha olmasın sakın." dedi.O korku ,sınırlarımı bilmem için bana yetti. Saatlerce  mahremiyet eğitimi dersi almama gerek kalmadı.

Yazı çok uzadı.Burada kesmek durumundayım.Her ikisine de Mevlâ rahmet eylesin,derecelerini âli eylesin.Müsaitseniz bir Fatiha okuyabilir misiniz lütfen.


19 Aralık 2021 Pazar

39-ARAMIZDAKİ SEVGİ PITIRCIKLARI

   İnsani ilişkilerin nasıl olması gerektiği herkesin malumudur.Bunu tekrar tekrar söylemeye gerek var mı bilemiyorum gene de söylemiş olayım : Malum, ilk insan olan babamız Hz.Adem'den dolayı mümin -kafir ayrımı yapmadan insanlıkta herkesle kardeşiz.Müslüman olanlarla da din kardeşiyiz.Buna göre dayanışma,paylaşma, saygı gibi konularda din,ırk,dil ...vb. ayrımı yapmadan iyi davranışlarda bulunmamız gerekiyor.İslam'a düşmanlık yapan,dini değerlerimize hakaret edenlere karşı da nasıl davranmamız gerektiğini  bizlere Fetih suresi 29. ayette Allah-ü Teala bildiriyor:'' (Müminler) kafirlere karşı şiddetlidirler.'' (Buradaki kafirden maksat İslam dinine savaş açmış olanlardır,kendi halinde zararsız yaşayan gayri müslimler değil) . İslam barış dinidir evet ama eğer Haçlı ruhu hortlarsa onlara karşı da İslam'ın izzetini korumak için cihat farz olmuştur. Bu ayetlere ancak Haçlıların safında olanlar karşı gelir.
   ''Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.'',''Kim bir topluluğun karaltısını arttırırsa(aralarında oturup sayıca onları çoğaltırsa)o da onlardandır.''Hadis-i şerifleri bizlerin durması gereken çizgiyi net belirlemektedir.
   Ne demişti merhum Aliya İzzetbegoviç ''savaş yenilince değil düşmana benzeyince kaybedilir.''
   Gel de içimizdeki ''sevgi pıtırcıkları (!) ''na tüm bu argümanları anlat.
   Bu sevgi ptırcıkları(!) Kur'anın bazı ayetlerini kabul etmezler,inançlı olup olmamaları bizi elbette ki ilgilendirmez.Bizi rahatsız eden yönleri :'' Ben müslümanım.'' Deyip Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerini inkara ve Kur'anın ruhuna ters gelecek şekilde onları te'vile (yoruma)girişmeleridir.Eğer ''inançsızız '' deseler bunlara herhangi bir eleştiri getirecek değildik; ama bir yandan Nas'ları kabul ettiklerini söyleyip bir yandan da Kur'an ve sünnetin ruhuna ters gelecek şekilde yorum yapmaları ''Hopp! dur bakalım ,bu din sahipsiz değildir.''diyecek olan biz Kur'an'ın hadimlerini rahatsız eder elbet.
 Bunca açıklamadan sonra ''sevgi pıtırcıkları''na birkaç kelam daha göndermiş olayım buradan:
Lütfen artık özentiyi,kompleksi,kıvırıp çevirmeyi bırakın, Kur'an-ı Kerim'in tek bir ayetini veya harfini beğenmeyenlerin İslam dininden çıktıklarını bizler biliyoruz yoksa siz bunu bilmiyor musunuz ? Mütevatir hadisleri inkar edenlerin de İslam dairesinden çıktığı bilinen- bariz bir gerçek.Yarım aklınızla kalkıp daha hayattteyken cennetle müjdelenen ve birkısmının da Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçtiği kutlu sahabelere muhalefet ediyorsunuz veya muhalefet edenlere yardakçılık yapıyorsunuz. Bozgunculara şirin görünmek uğruna kendi degerlerinizden taviz üstüne taviz veriyorsunuz. Bizler o kutlu Sahabeleri bırakıp da sizi takip edecek değiliz. 


        Sumeye Barut
Meslek Dersleri Öğretmeni 
 

ANA-BABALARINI BİR TÜRLÜ RAHAT ETTİRMEYENLER

   Kimileri ana-babalarından veryansın ederler :"Annem/ kayınvalidem çocuklarıma bakmaya gelmiyor.Babam yanıma gelip bir müddet torunlarıyla ilgilenmiyor.Çok yalnızım,yoruldum..."

    Sorularla, aradıkları cevapları bu arkadaşlara buldurmaya çabalıyorum:

   -İşe girdiğinden beri ana-babanı da gördün mü? Yani onlara arada pazar yapmak veya su,elektrik vb.faturalarını yatırmak gibi konularda gönüllerini aldın mı?

   -Hayır.

   -Bayramda ,seyranda bir kıyafet,ayakkabı vs.alarak onlara jest yaptın mı?

   -Hayır,arabanın ve evin taksitlerini ödüyorum.Onlar bana versin.

   -Tatillerde onları ziyarete gittiğinde ne yaptın?

   -Sevdiğim yemekleri anneme pişirttim,yedim.

   -Başka?

   -Çocuklardan kafam yoruldu,onları biraz anneme- babama bıraktım,çarşı-pazar gezdim.

   -Peki seninle aynı davranışlara sahip bir kızının veya gelinin olmasını ister miydin?

   -Hayır.Haklısın....Ne demek istediğini anladım. Onlar dünyanın onca yükünü çektiler, yaşlandılar.Onca çocuğu büyüttüler,yeter yani dinlensinler artık.

   Ve mutlu son...



                                                                           Sumeye Barut

   

9 Mart 2021 Salı

38-ANADOLU'DA KADIN OLMAK/ AVRUPA'DA KADIN OLMAK

     Anadolu'da manevi değerlerimize , kadim kültürümüze bağlı olan evlerde kadına verilen değeri bilmeyenimiz yoktur.

    Büyük bir coğrafya olan topraklarımıza ''Anadolu'' denmesi boşuna değildir, ana gibi yar olmaz sözü de...Ana asıldır,toplumun özüdür,çocuğun ilk öğretmenidir,atadır. ''Eli öpülesi kadın''dır.

    Anaya karşı gelinmez. Bilinir ki ona ''öf''bile demek ayıptır,günahtır.Onun sözü evde kanun gibidir.Annenin, babanın sözünden çıkılmaz. Kadının bedeni değil şahsiyeti önemsenir yurdumuzda.O cinsel bir meta' değildir. Kutsaldır, namustur.Onun içindir ki şair: ''Dünyalara değişmem saçının telini,tek tek telini.'' demiştir. Cennet onun ayakları altına serilmiştir.

    Anadolu kadınının eli toprağa değer  bereket olur, kanaviçeye değer desen desen çiçek olur, çocuklarına değer 'Fatih''olur, ''Kanuni ''olur. Halı dokur,ilmek ilmek sevgi olur.''Mihriban''gibi naif bir türkü olur.

   Anadolu'da kadın ''yuvayı yapan dişi kuştur'',evin direği,eşinin ve çocuklarının huzurla sığınabileceği limandır. ''Konuş  ya Aişe,sen konuştukça huzur buluyorum.''Hadis-i şerifini kendisine düstur olarak almıştır, evinde çiçekli bir bahçe atmosferi oluşturur. Dışarıdaki yorgunluklardan bunalan ev halkı, hanelerine geldiklerinde evin kadının gölgesinde huzur bulur.

    Bir de batılı kadınlara bakalım:1800'lü yıllara kadar Avrupa'nın göbeği olan İngiltere'de eşlerinden sıkılan kocalar onları köle pazarlarında satıyorlardı.Hem de bileklerine zincirler takıp sürükleyerek...  Gene Avrupa'da fabrikalarda ucuz işgücü olarak emeği sömürülüp bedenleri sarhoş sofralarında meze olarak kullandı.

    Kimi patronlar, ürettikleri malın satışını arttırmak için kadınların bedenini teşhir ederek böylece para kazanmaya çalıştılar. Bu hal günümüzde de ne yazık ki hala devam ediyor.

   Kendisi yedikçe semiren, göbek bağlayan  ama karısını fit görmek isteyen,formunu korumazsa başka kadınlara gideceğinin sinyallerini eşlerine veren kimi vicdansız erkekler eşlerinin salatayla karın doyurmasını acımadan seyre geçmişlerdi. Bazı kadınlar bu psikolojik baskı sebebiyle vücut yağlarını aldırmaya çalıştı,kimilerinin de böylece sağlığı bozuldu (burada şu açıklamayı yapmalıyım :Spor yapmak,diyet yapmak ve bakımlı olmak kötü birşey değil ,aksine bunlar gereklidir. Bu durumları kadına sopa olarak kullanan bazı erkeklerin bu tutumunu eleştirmeye çalıştım .)

     Terk edilme korkusu yaşayan kimi kadınlar burunları,elmacık kemikleri ve bilcümle azaları için estetik ameliyatları olmaya koştular (tüm estetik olanlar böyledir demiyorum elbette ki).

    Avrupa'daki kimi kadınlar ipin ucunu iyice kaçırdılar. Erkek hegemonyasını kırmak için güçlerini aşan zor ve kaba işleri naif bedenleriyle yüklenmeye başladılar.

    Çok çalıştırılıp az ücret ödenen  kadınların paralarına da küresel sermaye baronları çoktan göz dikmişti.Moda adı altında, bazı kadınların elinde avucunda  ne varsa bunlar tarafından sömürüldü.

    Bunca ezilmişlik kadını iyice bunalttı.Ne yazık ki artık Avrupalı kadın ne evinde ne de dışarıda mutlu değildi.

    Gelelim sadede: Asıl özenilmesi gereken ,değerlerimize uzak olan Batı Kültürü  ve Avrupalı kadın değil Anadolu'nun  bağrından çıkan mübarek kadındır. Bu mübarek annelerimizin  ellerinden hürmetle öperim. Allah onların şefaatinden bizleri mahrum eylemesin.   

                             Sumeye BARUT 

    

    

2 Ocak 2021 Cumartesi

37-YALNIZ YAŞAMAYI TERCİH EDENLERİMİZ

   Kimileri Batı'nın empoze ettiği sınırsız  özgürlüğü yaşamak için, kimileri insanlara karşı güvenini yitirdiğinden, kimileri sosyalleşmeyi sevmediğinden...vb daha nice sebeplerle yalnız yaşamayı tercih ediyorlar. 

   Evet yalnızlık çoğu zaman bir tercihtir, bazen de bir zorunluluk. Ben burada zorunluluk durumu olan yalnızlıktan bahsetmeyeceğim. O biraz çözümsüz olabilir nitekim. Sözüm, keyfi olarak yalnızlığı tercih edenlere.

  ''İnsan sosyal bir varlıktır.'' sözünün bilimsel gerçekliğini kabul etseler de etmeseler de yalnız yaşayanlarımız - ki bunlar bazen tek başlarına veya ailece toplumdan izole bir şekilde yaşarlar-mutlaka bir başka insanla konuşmaya veya ondan yardım istemeye ihtiyaç duyacaklardır. Öyle ya, musluk tamirini ,elektrik tesisatını, mobilya bakım onarımını...vs. bilen ve kimseye muhtaç olmayacağını düşünen kişilerin  fırıncıya, ayakkabı tamircisine, terziye...vs. ihtiyacı olmayacak mı? Hepsini bir yana bırakalım; bir arkadaşla,bir komşuyla çay içip üç-beş kelam etmenin bile insan hayatında çok büyük bir önemi var. Eğer anne- baba ''buna ihtiyacımız yok.'' diye düşünürlerse de çocukların arkadaşlarla oyun oynamaya  ve yaşlıların sohbetini dinlemeye ve hayatı gizil öğrenmeye  ihtiyaçları olacaktır. Büyükler anılarını, tecrübelerini, milli ve manevi değerlerle ilgili bilgi birikimlerini gelecek nesle aktarmalılar. Bu, toplumun geleceği için de elzemdir. Bence yalnız büyütülen çocuklar kalabalıklar içinde büyütülen çocuklardan 1-0 geride hayata başlarlar. 

  Yalnız     büyüyen çocukta adab-ı muaşeret kuralları bilgisi, milli ve manevi değerlerle ilgili doneler, kıssa ve hikayeler ,büyüklerin tecrübeleriyle ilgili bilgiler eksik kalır (istisnalar vardır elbet).Bütün bunlar bireyler için ''Hayat Üniversitesi''dir. Bu çocukların hem kalabalıklar içinde büyüyen akranlarıyla uyumu yakalaması zorlaşır hem de zamanla bu çocuklar da anne-babaları gibi izole yaşamı tercih edebilirler ve böylece bu kısır döngü devam eder.

   Herşey insanoğlu içindir malum. Hastalandığımızda bize bir tas çorba yapacak insana ihtiyaç duyarız. Bize dua edecek, başımıza sıkıntılı durumlar geldiğinde omuzunda ağlayabileceğimiz bir arkadaşa,  akrabaya ihtiyaç duyarız, yaşlandığımızda da kapımızı çalacak ve bize hal- hatır soracak birilerine...

  Yalnızlık Allah'a mahsustur. Batının bizlere empoze edip durduğu ''yalnız yaşa!'' ,'' dünyanın merkezi sensin'', ''özgür ol, bireysel yaşa, kimseyi umursama.''' gibi sloganların peşinde gitmekten artık vazgeçmeliyiz. Topluca silkelenip toparlanmak dileğiyle...

                                                                                                  Sumeye BARUT

 

17 Kasım 2020 Salı

36-MİRASI HAKSIZCA YİYENLER

   Miras hakkında malumunuzdur ki çokça ayet ve hadis var ;bu konuda birçok hoca vaaz veriyor nasihat ediyor; fakat toplumdaki sıla-i rahim(akrabalık) bağlarının zayıflık ve kopukluk oranlarına baktığımızda hocaları çok da kaale alan olmamış gibi bir görüntü mevcut. Ha, bağları kuvvetli olan yok mu, var elbet, onlar bu yazımın dışında kalanlar.

   Hocaları çok sayıda kişi ''tın''lamadığına göre olaya bu defa ilahiyatçı kimliğimle değil sosyal yönden bakmak isterim.Zaten Allahü Teala da toplumsal ve bireysel zararlarından dolayı birşeyleri yasak etmiş,onları yapmayı günah saymıştır. Bence her hoca aynı zamanda biraz sosyologdur,biraz da ruh doktoru .Toplumu tanımazsanız ruhuna uygun ,ihtiyacı olan bilgiyi ,ilacı (sadra şifa olacak manevi dermandan bahsediyorum) da veremezsiniz nitekim.

   Varise kalan mirası başkaları haksızca çatır çutur yiyorsa varisin hayatından neler eksilir,bununla ilgili gözlemlerimi aktarmak isterim:

   Varis zengin değilse ihtiyaç sahibiyse hakkı olan miras da kendisine teslim edilmiyorsa varisin hayatından umutları eksilir,hayalleri eksilir,insanlara inancı,güveni eksilir,ruhu derin yara alır.''Akrabammm!'' diyip koşarak sarılıp öpeceği ellerden tiksinir,çünkü o eller harama uzanmıştır,çünkü varis çaresizlik içinde gözyaşı dökerken o harama uzanan elller düğünlerde,şenliklerde halay çekip oynamış, eğlenmiştir.Mutlu fotoğraflarını varisin gözünün içine sokarcasına ortalıkta paylaşmıştır.Varis hakkı olanı alamadığından çoluğundan çocuğundan utanmıştır, belki de içine kapanmıştır.Belki bu dert onu mezara kadar götürecektir. 

   Başkalarının hakkına el uzatmak,onu itip kakmak,bir de haline uzaktan dudak büküp gülmek,ne kadar da ''Ebu Cehilvari'' bir davranış.Daha da şirretçesini söyleyeyim mi: köyüne gidip ,el koyduğu miras mallarıyla, çevresine hava atmak için cami yaptırmak,tabelalara kendi ismini yazmak...Ebu Cehil görse herhalde bu davranışa şapka çıkarırdı ''ben bu kadar şeytanca davranamadım'' diye.

   ''Ey haksız yere miras yiyenler! Siz aslında bebeklerin biberonlarındaki sütü içiyorsunuz,bebek sütsüz kalıyor,Okula giden çocuğun alamadığı tostundan, ona okulu daha da sevdirebilecek olan cicili bicili kalemlerinden aşırıyorsunuz.Okusa belki okuluna daha çok bağlanmasına sebep olacak olan hikaye kitaplarını çalıyorsunuz.Belki de sizin yüzünüzden çocuklar ortaokul,lise terk oldular daha fazla ilerleyemediler.Gelecekleri sizin sayenizde karardı.Siz belki de bir genç kızın ,görücü gelecek olan babaevine lazım olan günün ihtiyaçlarına uygun olan mobilyalar yerine görücülerini yer minderlerinde otutturmanın ezikliğini yaşamasına sebep oldunuz,tabi anne ve babasının da.Belki de damat tarafı bunu ömür boyu gelin tarafının yüzüne vuracak:''seni aldığımda ne biçim bir evdeydin'' sözü yaralayacak yürekleri.Böylece haksız yere el koyduğunuz miras malıyla evlerdeki huzuru da çalmış oluyorsunuz.

   Konuyu kısaca toparlayalım .Demek ki neymiş:Haksız yere alınan miras malı sadece anneden veya babadan...vb. kalan hakkımızdan fazla olan malı almak değil,aynı zamanda insanların hayallerini,umutlarını çalmak ,bir bebeğin mama parasını, bir öğrencinin kalemini,defterini,simit parasını,geleceğini çalmaktır.Bir genç kızın çeyiz parasını,bir babanın yüzakını,bir annenin onurunu,hayallerini çalmak ve dahası hepsinin yüreklerini parçalamaktır.

   Ey mirası haksız yere yiyenler, hiçbirşey olmamış gibi o pis ,günahkar ellerinizi akrabayız diye diğer mirasçılara öptürmek için uzatmayın,hırsızsınız ve kalpsizsiniz!

   Sözü kelamın en güzeliyle kapatalım:

''"Haram helâl demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz."(Fecr suresi 19. ayetSadakallahul aziym.

                        Sumeye Barut


   

   



26 Ağustos 2020 Çarşamba

35-ÇEVRELERİNDEKİ İNSANLARI CEP TELEFONU BAĞIMLISI YAPANLAR

  


PRANGA MI ALYANS MI?! | iKSEK

 Bu da gerçekten acınası ve ilginç bir toplumsal sorun ne yazık ki.Şöyle ki:

   Cep telefonuna bağımlı olmayı hepimiz yadırgıyoruz,bağımlıları eleştiriyoruz.Peki onları bu bağımlılığa iten nedenleri irdeliyor muyuz veya buna sebep olanlara gücümüz yettiğince karşı durabiliyor muyuz?

   Mesela dengiyle evlenemeyen bazı eşler anlaşılamamaktan yakınıp kabuklarına çekilerek cep telefonlarında mutluluk arayabiliyorlar ne yazık ki.(Yorucu bir işte çalışarak tüm enerjisi biten,konuşmaya bile dermanı kalmayıp herşeye rağmen mütebessim çehreyle ailesine varan,evine gelince huzura kavuşan ,mutlu şekilde çekyatına uzanıp cep telefonlarıyla adeta terapi olanları ayrı yere koymak lazım diye düşünüyorum.Onların namuslu şekilde  çalışıp akıttıkları o kutsal tere ancak saygı duyulur ve işlerinde kendilerine kolaylıklar nasip etmesi için Mevla'ya duacı olunur.)

   Aslında böyle mutsuz evliliklerde, akrabalardan aklı başında,sözü dinlenen,vakur insanları hakem olarak devreye sokmak gerekir ama ne yazık ki toplumumuzda görülen şudur ki genelde devreye karı-kocayı ayırmak için giriliyor.Sonra da aile soluğu mahkeme salonunda alıyor.Oysa ki aile içindeki hakemlik olayı olumsuz sonuçlanırsa ve tüm çözüm yolları kapanırsa ,boşanmak için mahkemeye  başvurulması ancak o zaman makul olan bir davranış olur.

   Bunun dışında sosyal medyada dolaşan ve her paylaşımı ''aşk acısı''yla, ''güven zedelenmesi''yle ilgili olan yazı,şiir ve kalp resimleri paylaşanlar vardır ki bunları da malumunuz üzere söz verip sözünde durmayan,aldatan,güven zedeleyen sevdikleri cep telefonu bağımlılığına itmişlerdir.Bunlar, dışarıda süregiden hayatın çok da farkında olmadan tek noktaya sabitlenmişlerdir: ''Aşk acısı''... Bunların kullandığı sloganların çoğu da ''zalımın kızı''ile başlar. Aşk mantıkla değil de duyguyla ilgili bir durum olduğundan aşık kişi ,içinde bulunduğu durumundan sıyrılmak istemezse bu olay büyük ihtimalle ne yazık ki çözümsüzdür.

   Bazı ergenler de vardır ki hormon değişimlerinden dolayı oldukça agresiftirler. Bu durumda ,ailenin çocuklarına karşı sabırlı ve anlayışlı olmaları gerekirken maalesef bu konuda bilinçli olmayan kimi aileler olayları sık sık gençle  tartışma ve kavga boyutuna götürürler. Bu durumda da genç, kimsenin kendisini anlamadığını,fikirlerine, karşı taraftan saygı duyulmadığını düşünerek kabuğuna kapanacak,odasında vaktinin çoğunu cep telefonuna ayırarak ''kafa dağıtma''ya çalışacaktır.Genelde bu gibi durumlara gençlerin bulduğu çözüm budur: işin kolayına kaçmak...Halbuki sinirler yatışınca ailece oturulup makul şekilde konuşulsa belki de tüm sorunlar hallolacaktır.

   İş yükünden,dünya imtihanlarından bunalan kimileri de internette ''sörf'' yaparak sorunlardan uzaklaşmaya çalışır,tabi ki bu lokal bir çözümdür.Kişi arkasına dönüp baktığında sorun bıraktığı yerde duruyor olacaktır.Burada yapılması gereken şey çözüm odaklı düşünmek ve neticeye varmaya çalışmaktır.Yakın çevresine düşen görev ise çözüm konusunda bireye destek olmak, onun işlerine ,güçleri nispetinde omuz vermek olmalıdır. Böylece bir birey daha elbirliğiyle bağımlılıktan kurtulacaktır.

   Son örneklemim ise küçük çocuklarla ilgili olacaktır; maalesef ki bu da toplumumuzun kanayan bir yarası:

   Ne zamanki batı toplumuna özenerek geniş aileden ayrılarak çekirdek aileye geçiş yaptıysak sorunlar çorap söküğü gibi ardınca geldi. Önce çocukların özgürlük alanları olan kırları,bayırları dikey binalarla -ki ben bunlara hapishane diyorum- doldurduk. Böylece çocukların yaşam alanlarını daraltarak onları ev, avm gibi kapalı alanlara hapsettik. Bunun doğal sonucu olarak çocuk sıkılıp bunalınca evde kıyametler koptu. O zaman da ''sussun,büyüklerin kafasını yormasın.'' diye de ellerine cep telefonunu tutuşturduk.Çocukcağız cep telefonunun büyülü dünyasında hipnotizma olunca da ''çocuğum söz dinlemiyor,sürekli cep telefonuyla oynuyor,bağımlı oldu .''Diye ağlayıp sızlamaya başladık.

   Halbuki ebeveyn tarafından yapılması gereken şey, çocuğu eleştirip kederli halde dizlerini dövmek değil, çocuğun cep telefonuyla oynamasına alternatif olabilecek , onun yaşına, yeteneğine uygun olan etkinlikleri araştırmak ve bunları çocukla beraber hayata geçirmek olmalıdır.

   Görüldüğü üzere cep telefonu bağımlılığında suç genelde bağımlı olan kişilerde değil onların çevresindeki kişilerdedir.

   Daha bilinçli bir topluma evrilmek dileğimle...


                                                                                    SUMEYE BARUT

   

  

  Merhume Annemin Cenazesinin Ardından   Notlar İnna lillah ve inna ileyhi râciun.  3 gün önce annemin dolu olan yatağı şu an boş. Hüzünlüyü...