19 Aralık 2021 Pazar

39-ARAMIZDAKİ SEVGİ PITIRCIKLARI

   İnsani ilişkilerin nasıl olması gerektiği herkesin malumudur.Bunu tekrar tekrar söylemeye gerek var mı bilemiyorum gene de söylemiş olayım : Malum, ilk insan olan babamız Hz.Adem'den dolayı mümin -kafir ayrımı yapmadan insanlıkta herkesle kardeşiz.Müslüman olanlarla da din kardeşiyiz.Buna göre dayanışma,paylaşma, saygı gibi konularda din,ırk,dil ...vb. ayrımı yapmadan iyi davranışlarda bulunmamız gerekiyor.İslam'a düşmanlık yapan,dini değerlerimize hakaret edenlere karşı da nasıl davranmamız gerektiğini  bizlere Fetih suresi 29. ayette Allah-ü Teala bildiriyor:'' (Müminler) kafirlere karşı şiddetlidirler.'' (Buradaki kafirden maksat İslam dinine savaş açmış olanlardır,kendi halinde zararsız yaşayan gayri müslimler değil) . İslam barış dinidir evet ama eğer Haçlı ruhu hortlarsa onlara karşı da İslam'ın izzetini korumak için cihat farz olmuştur. Bu ayetlere ancak Haçlıların safında olanlar karşı gelir.
   ''Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.'',''Kim bir topluluğun karaltısını arttırırsa(aralarında oturup sayıca onları çoğaltırsa)o da onlardandır.''Hadis-i şerifleri bizlerin durması gereken çizgiyi net belirlemektedir.
   Ne demişti merhum Aliya İzzetbegoviç ''savaş yenilince değil düşmana benzeyince kaybedilir.''
   Gel de içimizdeki ''sevgi pıtırcıkları (!) ''na tüm bu argümanları anlat.
   Bu sevgi ptırcıkları(!) Kur'anın bazı ayetlerini kabul etmezler,inançlı olup olmamaları bizi elbette ki ilgilendirmez.Bizi rahatsız eden yönleri :'' Ben müslümanım.'' Deyip Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerini inkara ve Kur'anın ruhuna ters gelecek şekilde onları te'vile (yoruma)girişmeleridir.Eğer ''inançsızız '' deseler bunlara herhangi bir eleştiri getirecek değildik; ama bir yandan Nas'ları kabul ettiklerini söyleyip bir yandan da Kur'an ve sünnetin ruhuna ters gelecek şekilde yorum yapmaları ''Hopp! dur bakalım ,bu din sahipsiz değildir.''diyecek olan biz Kur'an'ın hadimlerini rahatsız eder elbet.
 Bunca açıklamadan sonra ''sevgi pıtırcıkları''na birkaç kelam daha göndermiş olayım buradan:
Lütfen artık özentiyi,kompleksi,kıvırıp çevirmeyi bırakın, Kur'an-ı Kerim'in tek bir ayetini veya harfini beğenmeyenlerin İslam dininden çıktıklarını bizler biliyoruz yoksa siz bunu bilmiyor musunuz ? Mütevatir hadisleri inkar edenlerin de İslam dairesinden çıktığı bilinen- bariz bir gerçek.Yarım aklınızla kalkıp daha hayattteyken cennetle müjdelenen ve birkısmının da Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçtiği kutlu sahabelere muhalefet ediyorsunuz veya muhalefet edenlere yardakçılık yapıyorsunuz. Bozgunculara şirin görünmek uğruna kendi degerlerinizden taviz üstüne taviz veriyorsunuz. Bizler o kutlu Sahabeleri bırakıp da sizi takip edecek değiliz. 


        Sumeye Barut
Meslek Dersleri Öğretmeni 
 

ANA-BABALARINI BİR TÜRLÜ RAHAT ETTİRMEYENLER

   Kimileri ana-babalarından veryansın ederler :"Annem/ kayınvalidem çocuklarıma bakmaya gelmiyor.Babam yanıma gelip bir müddet torunlarıyla ilgilenmiyor.Çok yalnızım,yoruldum..."

    Sorularla, aradıkları cevapları bu arkadaşlara buldurmaya çabalıyorum:

   -İşe girdiğinden beri ana-babanı da gördün mü? Yani onlara arada pazar yapmak veya su,elektrik vb.faturalarını yatırmak gibi konularda gönüllerini aldın mı?

   -Hayır.

   -Bayramda ,seyranda bir kıyafet,ayakkabı vs.alarak onlara jest yaptın mı?

   -Hayır,arabanın ve evin taksitlerini ödüyorum.Onlar bana versin.

   -Tatillerde onları ziyarete gittiğinde ne yaptın?

   -Sevdiğim yemekleri anneme pişirttim,yedim.

   -Başka?

   -Çocuklardan kafam yoruldu,onları biraz anneme- babama bıraktım,çarşı-pazar gezdim.

   -Peki seninle aynı davranışlara sahip bir kızının veya gelinin olmasını ister miydin?

   -Hayır.Haklısın....Ne demek istediğini anladım. Onlar dünyanın onca yükünü çektiler, yaşlandılar.Onca çocuğu büyüttüler,yeter yani dinlensinler artık.

   Ve mutlu son...



                                                                           Sumeye Barut

   

9 Mart 2021 Salı

38-ANADOLU'DA KADIN OLMAK/ AVRUPA'DA KADIN OLMAK

     Anadolu'da manevi değerlerimize , kadim kültürümüze bağlı olan evlerde kadına verilen değeri bilmeyenimiz yoktur.

    Büyük bir coğrafya olan topraklarımıza ''Anadolu'' denmesi boşuna değildir, ana gibi yar olmaz sözü de...Ana asıldır,toplumun özüdür,çocuğun ilk öğretmenidir,atadır. ''Eli öpülesi kadın''dır.

    Anaya karşı gelinmez. Bilinir ki ona ''öf''bile demek ayıptır,günahtır.Onun sözü evde kanun gibidir.Annenin, babanın sözünden çıkılmaz. Kadının bedeni değil şahsiyeti önemsenir yurdumuzda.O cinsel bir meta' değildir. Kutsaldır, namustur.Onun içindir ki şair: ''Dünyalara değişmem saçının telini,tek tek telini.'' demiştir. Cennet onun ayakları altına serilmiştir.

    Anadolu kadınının eli toprağa değer  bereket olur, kanaviçeye değer desen desen çiçek olur, çocuklarına değer 'Fatih''olur, ''Kanuni ''olur. Halı dokur,ilmek ilmek sevgi olur.''Mihriban''gibi naif bir türkü olur.

   Anadolu'da kadın ''yuvayı yapan dişi kuştur'',evin direği,eşinin ve çocuklarının huzurla sığınabileceği limandır. ''Konuş  ya Aişe,sen konuştukça huzur buluyorum.''Hadis-i şerifini kendisine düstur olarak almıştır, evinde çiçekli bir bahçe atmosferi oluşturur. Dışarıdaki yorgunluklardan bunalan ev halkı, hanelerine geldiklerinde evin kadının gölgesinde huzur bulur.

    Bir de batılı kadınlara bakalım:1800'lü yıllara kadar Avrupa'nın göbeği olan İngiltere'de eşlerinden sıkılan kocalar onları köle pazarlarında satıyorlardı.Hem de bileklerine zincirler takıp sürükleyerek...  Gene Avrupa'da fabrikalarda ucuz işgücü olarak emeği sömürülüp bedenleri sarhoş sofralarında meze olarak kullandı.

    Kimi patronlar, ürettikleri malın satışını arttırmak için kadınların bedenini teşhir ederek böylece para kazanmaya çalıştılar. Bu hal günümüzde de ne yazık ki hala devam ediyor.

   Kendisi yedikçe semiren, göbek bağlayan  ama karısını fit görmek isteyen,formunu korumazsa başka kadınlara gideceğinin sinyallerini eşlerine veren kimi vicdansız erkekler eşlerinin salatayla karın doyurmasını acımadan seyre geçmişlerdi. Bazı kadınlar bu psikolojik baskı sebebiyle vücut yağlarını aldırmaya çalıştı,kimilerinin de böylece sağlığı bozuldu (burada şu açıklamayı yapmalıyım :Spor yapmak,diyet yapmak ve bakımlı olmak kötü birşey değil ,aksine bunlar gereklidir. Bu durumları kadına sopa olarak kullanan bazı erkeklerin bu tutumunu eleştirmeye çalıştım .)

     Terk edilme korkusu yaşayan kimi kadınlar burunları,elmacık kemikleri ve bilcümle azaları için estetik ameliyatları olmaya koştular (tüm estetik olanlar böyledir demiyorum elbette ki).

    Avrupa'daki kimi kadınlar ipin ucunu iyice kaçırdılar. Erkek hegemonyasını kırmak için güçlerini aşan zor ve kaba işleri naif bedenleriyle yüklenmeye başladılar.

    Çok çalıştırılıp az ücret ödenen  kadınların paralarına da küresel sermaye baronları çoktan göz dikmişti.Moda adı altında, bazı kadınların elinde avucunda  ne varsa bunlar tarafından sömürüldü.

    Bunca ezilmişlik kadını iyice bunalttı.Ne yazık ki artık Avrupalı kadın ne evinde ne de dışarıda mutlu değildi.

    Gelelim sadede: Asıl özenilmesi gereken ,değerlerimize uzak olan Batı Kültürü  ve Avrupalı kadın değil Anadolu'nun  bağrından çıkan mübarek kadındır. Bu mübarek annelerimizin  ellerinden hürmetle öperim. Allah onların şefaatinden bizleri mahrum eylemesin.   

                             Sumeye BARUT 

    

    

2 Ocak 2021 Cumartesi

37-YALNIZ YAŞAMAYI TERCİH EDENLERİMİZ

   Kimileri doyasıya özgür olabilmek,kimileri çevrelerindeki baskıcı insanların baskısından kurtulmak, kimileri,sosyalleşmeyi sevmemek...vb daha nice sebeplerle yalnız yaşamayı tercih ederler.Bu bir tercihtir.Birilerinin bu tercih sahibine baskı kurması ve ona tahakküm etmesi elbette kabul edilemez .Bu yazımın konusu yalnızlığı tercih edenleri eleştirmek değil sadece gözlemlerimden yola çıkarak bu tercihin sonraki aşamalarının neler olabileceğini irdelemek ve bu duruma ''ayna tutmak''tır.

  Evet yalnızlık çoğu zaman bir tercihtir,bazen de bir zorunluluk.Ben yazımda bu tercih veya zorunluluğun sebepleri üzerinde  durmayacağım lakin yalnız yaşayan insanları gelecekte hangi şartların beklediği üzerinde kalem (klavye) oynatmak isterim:

  ''İnsan sosyal bir varlıktır.''Sözünün bilimsel gerçekliğini kabul etseler de etmeseler de yalnız yaşayanlarımız - ki bunlar bazen tek başlarına veya ailece toplumdan izole bir şekilde yaşarlar-mutlaka bir başka insanla konuşmaya veya ondan yardım istemeye ihtiyaç duyacaklardır.Öyle ya musluk tamirini ,elektrik tesisatını,mobilya bakım onarımını...vs. bilen ve kimseye muhtaç olmayacağını düşünen kişilerin  fırıncıya,ayakkabı tamircisine,terziye...vs. ihtiyacı olmayacak mı?Hepsini bir yana bırakın bir arkadaşla,bir komşuyla  çay içip üç-beş kelam etmenin bile çok büyük bir önemi var. Eğer kendisi veya eşi ''buna ihtiyacımız yok.'' diye düşünüyorlarsa da çocuklarının arkadaşlarla oyun oynamaya  ve büyüklerin sohbetine (anı,tecrübe,milli ve manevi bilgi... gibi kültürel birikimler) ihtiyaçları olacaktır.Bence yalnız büyütülen çocuklar kalabalıklar içinde büyütülen çocuklardan 1-0 geride başlarlar hayata. 

  Toplumumuzda genellikle anne-baba da çalıştığı için yalnız kalan çocukta adab-ı muaşeret kuralları bilgisi, milli ve manevi değerlerle ilgili kıssa, hikaye ,büyüklerin tecrübeleriyle ilgili bilgiler eksik kalır (istisnalar vardır elbet).Bu çocukların akranlarıyla uyumu yakalaması zorlaşır.Zamanla bu çocuk da anne-babası gibi izole yaşamı tercih edebilir ve bu kısır döngü böylece devam eder.

   Herşey insanoğlu içindir malum.Hastalandığımızda bize bir tas çorba yapacak insana ihtiyaç duyarız.Bize dua edecek ,başımıza sıkıntılı durumlar geldiğinde omuzunda ağlayabileceğimiz ''adam gibi'' bir arkadaşa,  akrabaya ihtiyaç duyarız, yaşlandığımızda da kapımızı çalacak ve bize hal- hatır soracak birilerine...

  Yalnızlık Allah'a mahsustur.Batının bizlere empoze edip durduğu ''yalnız yaşa!'' ,''tanrı sensin'',''tanrıça sensin'' fikrinden bir an önce uzaklaşmamız gerekiyor.Topluca silkelenip toparlanmak dileğiyle...

                                                                                                  Sumeye BARUT

 

17 Kasım 2020 Salı

36-MİRASI HAKSIZCA YİYENLER

   Miras hakkında malumunuzdur ki çokça ayet ve hadis var ;bu konuda birçok hoca vaaz veriyor nasihat ediyor; fakat toplumdaki sıla-i rahim(akrabalık) bağlarının zayıflık ve kopukluk oranlarına baktığımızda hocaları çok da kaale alan olmamış gibi bir görüntü mevcut. Ha, bağları kuvvetli olan yok mu, var elbet, onlar bu yazımın dışında kalanlar.

   Hocaları çok sayıda kişi ''tın''lamadığına göre olaya bu defa ilahiyatçı kimliğimle değil sosyal yönden bakmak isterim.Zaten Allahü Teala da toplumsal ve bireysel zararlarından dolayı birşeyleri yasak etmiş,onları yapmayı günah saymıştır. Bence her hoca aynı zamanda biraz sosyologdur,biraz da ruh doktoru .Toplumu tanımazsanız ruhuna uygun ,ihtiyacı olan bilgiyi ,ilacı (sadra şifa olacak manevi dermandan bahsediyorum) da veremezsiniz nitekim.

   Varise kalan mirası başkaları haksızca çatır çutur yiyorsa varisin hayatından neler eksilir,bununla ilgili gözlemlerimi aktarmak isterim:

   Varis zengin değilse ihtiyaç sahibiyse hakkı olan miras da kendisine teslim edilmiyorsa varisin hayatından umutları eksilir,hayalleri eksilir,insanlara inancı,güveni eksilir,ruhu derin yara alır.''Akrabammm!'' diyip koşarak sarılıp öpeceği ellerden tiksinir,çünkü o eller harama uzanmıştır,çünkü varis çaresizlik içinde gözyaşı dökerken o harama uzanan elller düğünlerde,şenliklerde halay çekip oynamış, eğlenmiştir.Mutlu fotoğraflarını varisin gözünün içine sokarcasına ortalıkta paylaşmıştır.Varis hakkı olanı alamadığından çoluğundan çocuğundan utanmıştır, belki de içine kapanmıştır.Belki bu dert onu mezara kadar götürecektir. 

   Başkalarının hakkına el uzatmak,onu itip kakmak,bir de haline uzaktan dudak büküp gülmek,ne kadar da ''Ebu Cehilvari'' bir davranış.Daha da şirretçesini söyleyeyim mi: köyüne gidip ,el koyduğu miras mallarıyla, çevresine hava atmak için cami yaptırmak,tabelalara kendi ismini yazmak...Ebu Cehil görse herhalde bu davranışa şapka çıkarırdı ''ben bu kadar şeytanca davranamadım'' diye.

   ''Ey haksız yere miras yiyenler! Siz aslında bebeklerin biberonlarındaki sütü içiyorsunuz,bebek sütsüz kalıyor,Okula giden çocuğun alamadığı ek kaynaklarından, ona okulu daha da sevdirebilecek olan cicili bicili kalemlerinden aşırıyorsunuz.Okusa belki okuluna daha çok bağlanmasına sebep olacak olan hikaye kitaplarını çalıyorsunuz.Belki de sizin yüzünüzden çocuklar ortaokul,lise terk oldular daha fazla ilerleyemediler.Gelecekleri sizin sayenizde karardı.Siz belki de bir genç kızın ,görücü gelecek olan babaevine lazım olan günün ihtiyaçlarına uygun olan mobilyalar yerine görücülerini yer minderlerinde otutturmanın ezikliğini yaşamasına sebep oldunuz,tabi anne ve babasının da.Belki de damat tarafı bunu ömür boyu gelin tarafının yüzüne vuracak:''seni aldığımda ne biçim bir evdeydin'' sözü yaralayacak yürekleri.Böylece haksız yere el koyduğunuz miras malıyla evlerdeki huzuru da çalmış oluyorsunuz.

   Konuyu kısaca toparlayalım .Demek ki neymiş:Haksız yere alınan miras malı sadece anneden veya babadan...vb. kalan hakkımızdan fazla olan malı almak değil,aynı zamanda insanların hayallerini,umutlarını çalmak ,bir bebeğin mama parasını, bir öğrencinin kalemini,defterini,simit parasını,geleceğini çalmaktır.Bir genç kızın çeyiz parasını,bir babanın yüzakını,bir annenin onurunu,hayallerini çalmak ve dahası hepsinin yüreklerini parçalamaktır.

   Ey mirası haksız yere yiyenler, hiçbirşey olmamış gibi o pis ,günahkar ellerinizi akrabayız diye diğer mirasçılara öptürmek için uzatmayın,hırsızsınız ve kalpsizsiniz!

   Sözü kelamın en güzeliyle kapatalım:

''"Haram helâl demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz."(Fecr suresi 19. ayet) Sadakallahul aziym.

                        Sumeye Barut


   

   



26 Ağustos 2020 Çarşamba

35-ÇEVRELERİNDEKİ İNSANLARI CEP TELEFONU BAĞIMLISI YAPANLAR

  


PRANGA MI ALYANS MI?! | iKSEK

 Bu da gerçekten acınası ve ilginç bir toplumsal sorun ne yazık ki.Şöyle ki:

   Cep telefonuna bağımlı olmayı hepimiz yadırgıyoruz,bağımlıları eleştiriyoruz.Peki onları bu bağımlılığa iten nedenleri irdeliyor muyuz veya buna sebep olanlara gücümüz yettiğince karşı durabiliyor muyuz?

   Mesela dengiyle evlenemeyen bazı eşler anlaşılamamaktan yakınıp kabuklarına çekilerek cep telefonlarında mutluluk arayabiliyorlar ne yazık ki.(Yorucu bir işte çalışarak tüm enerjisi biten,konuşmaya bile dermanı kalmayıp herşeye rağmen mütebessim çehreyle ailesine varan,evine gelince huzura kavuşan ,mutlu şekilde çekyatına uzanıp cep telefonlarıyla adeta terapi olanları ayrı yere koymak lazım diye düşünüyorum.Onların namuslu şekilde  çalışıp akıttıkları o kutsal tere ancak saygı duyulur ve işlerinde kendilerine kolaylıklar nasip etmesi için Mevla'ya duacı olunur.)

   Aslında böyle mutsuz evliliklerde, akrabalardan aklı başında,sözü dinlenen,vakur insanları hakem olarak devreye sokmak gerekir ama ne yazık ki toplumumuzda görülen şudur ki genelde devreye karı-kocayı ayırmak için giriliyor.Sonra da aile soluğu mahkeme salonunda alıyor.Oysa ki aile içindeki hakemlik olayı olumsuz sonuçlanırsa ve tüm çözüm yolları kapanırsa ,boşanmak için mahkemeye  başvurulması ancak o zaman makul olan bir davranış olur.

   Bunun dışında sosyal medyada dolaşan ve her paylaşımı ''aşk acısı''yla, ''güven zedelenmesi''yle ilgili olan yazı,şiir ve kalp resimleri paylaşanlar vardır ki bunları da malumunuz üzere söz verip sözünde durmayan,aldatan,güven zedeleyen sevdikleri cep telefonu bağımlılığına itmişlerdir.Bunlar, dışarıda süregiden hayatın çok da farkında olmadan tek noktaya sabitlenmişlerdir: ''Aşk acısı''... Bunların kullandığı sloganların çoğu da ''zalımın kızı''ile başlar. Aşk mantıkla değil de duyguyla ilgili bir durum olduğundan aşık kişi ,içinde bulunduğu durumundan sıyrılmak istemezse bu olay büyük ihtimalle ne yazık ki çözümsüzdür.

   Bazı ergenler de vardır ki hormon değişimlerinden dolayı oldukça agresiftirler. Bu durumda ,ailenin çocuklarına karşı sabırlı ve anlayışlı olmaları gerekirken maalesef bu konuda bilinçli olmayan kimi aileler olayları sık sık gençle  tartışma ve kavga boyutuna götürürler. Bu durumda da genç, kimsenin kendisini anlamadığını,fikirlerine, karşı taraftan saygı duyulmadığını düşünerek kabuğuna kapanacak,odasında vaktinin çoğunu cep telefonuna ayırarak ''kafa dağıtma''ya çalışacaktır.Genelde bu gibi durumlara gençlerin bulduğu çözüm budur: işin kolayına kaçmak...Halbuki sinirler yatışınca ailece oturulup makul şekilde konuşulsa belki de tüm sorunlar hallolacaktır.

   İş yükünden,dünya imtihanlarından bunalan kimileri de internette ''sörf'' yaparak sorunlardan uzaklaşmaya çalışır,tabi ki bu lokal bir çözümdür.Kişi arkasına dönüp baktığında sorun bıraktığı yerde duruyor olacaktır.Burada yapılması gereken şey çözüm odaklı düşünmek ve neticeye varmaya çalışmaktır.Yakın çevresine düşen görev ise çözüm konusunda bireye destek olmak, onun işlerine ,güçleri nispetinde omuz vermek olmalıdır. Böylece bir birey daha elbirliğiyle bağımlılıktan kurtulacaktır.

   Son örneklemim ise küçük çocuklarla ilgili olacaktır; maalesef ki bu da toplumumuzun kanayan bir yarası:

   Ne zamanki batı toplumuna özenerek geniş aileden ayrılarak çekirdek aileye geçiş yaptıysak sorunlar çorap söküğü gibi ardınca geldi. Önce çocukların özgürlük alanları olan kırları,bayırları dikey binalarla -ki ben bunlara hapishane diyorum- doldurduk. Böylece çocukların yaşam alanlarını daraltarak onları ev, avm gibi kapalı alanlara hapsettik. Bunun doğal sonucu olarak çocuk sıkılıp bunalınca evde kıyametler koptu. O zaman da ''sussun,büyüklerin kafasını yormasın.'' diye de ellerine cep telefonunu tutuşturduk.Çocukcağız cep telefonunun büyülü dünyasında hipnotizma olunca da ''çocuğum söz dinlemiyor,sürekli cep telefonuyla oynuyor,bağımlı oldu .''Diye ağlayıp sızlamaya başladık.

   Halbuki ebeveyn tarafından yapılması gereken şey, çocuğu eleştirip kederli halde dizlerini dövmek değil, çocuğun cep telefonuyla oynamasına alternatif olabilecek , onun yaşına, yeteneğine uygun olan etkinlikleri araştırmak ve bunları çocukla beraber hayata geçirmek olmalıdır.

   Görüldüğü üzere cep telefonu bağımlılığında suç genelde bağımlı olan kişilerde değil onların çevresindeki kişilerdedir.

   Daha bilinçli bir topluma evrilmek dileğimle...


                                                                                    SUMEYE BARUT

   

  

15 Ağustos 2020 Cumartesi

34-KISKANÇ İNSANLAR

İnna lillah ve inna ileyhi raciun.

(Hepimiz Allahtan geldik ve gene O'na döneceğiz.)

 

   Toplumumuzda mevcut olan bir problem de başkasında var olan güzel hasletleri veya bir dünya meta'ını çekememe , onu kıskanma hastalığıdır.

   Sizce kıskançlığın kaynağında iman zayıflığı var mıdır? Bana soracak olursanız :''vardır,hatta bunun kökeninde imansızlık da yatıyor olabilir.'' Şöyle ki:

   Bir insan neden kıskanır? Kendisinde o beğendiği şey -her neyse - yoktur,başkasında da o şeyin olmasını istemez, yok olmasını ,mahfolmasını ister.

   İlk kıskançlık Şeytan',ın Hz. Adem'i çekememesiyle başlar malum, dolayısıyla kıskançlık şeytani bir haslettir .Diyebiliriz. Zaten ''Felak suresi''nde: ''Kıskandığı zaman kıskancın şerrinden Allah'a sığınırım'' .Dememiz, bunu dua olarak yapmamız, Allah'tan yardım dilememiz öğütleniyor.''Nas Suresi''nde de Şeytan'dan ve şeytanlaşmış insanlardan Allah'a sığınmamız öğütleniyor.

   Kıskanç insan Allah'ın ''Rezzak'' ism-i şerifine muhalif davranmış, O'nun rızık taksimine razı gelmemiştir.Dolayısıyla burada bir inkar,bir başkaldırı da görülmektedir.Hasetçi: ''Ya Rabbi, sen neden ona öyle verdin, neden bana böyle verdin? Taksimini beğenmedim''.(haşa) demeye getirmektedir işi. Oysa ki kainatın, bütün hazinelerin sahibi Allah'tır. O dilediğine verir, dilediğinden de alır.Ona başkaldırmak kimin haddine.

   Verilen de malıyla ,verilen şeylerle imtihandadır; verilmeyen de sabırla imtihandadır:

''Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen kimseler, işte onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.'' (Hud Suresi 11. ayet meali)

   Varlıkta şükretmek,var olanı Allah yolunda infak etmek;yok olana sabretmek, namaz ve duayla Allah'tan yardım dilemek en doğru olan yoldur.Yunus Emre gibi düşünmek  en iyisi;nitekim o:

''Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim

                                           Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni.''Demiştir.
  
 Bu dünyada bir derviş gibi yaşamak en doğrusu.

 ''Mal sahibi ,mülk sahibi hani bunun ilk sahibi?

 Mal da yalan,mülk de yalan,var biraz da sen oyalan.''

  Konuya burada nokta koyarken bir derviş gibi yaşayan ve bir hafta önce vefat eden babamdan hatıra olarak geriye kalan takkesini, biz gözü ancak bir avuç toprakla doyacağı ayetle belirtilen insanoğluna tarihi bir ibret olması için ,yukarıda paylaştım.Babamın ruhuna bir Fatiha okursanız sevinirim.


39-ARAMIZDAKİ SEVGİ PITIRCIKLARI

   İnsani ilişkilerin nasıl olması gerektiği herkesin malumudur.Bunu tekrar tekrar söylemeye gerek var mı bilemiyorum gene de söylemiş olayı...